Nasrettin Hocanin Fikralari -Sayfa3-
 

101 - Sen Cihangirsen ...

Timur Han'ın askerlerinin atları, Akşehirlilerin tarlalarına girip ekinlere zarar veriyorlarmış. Nasreddin Hoca'dan rica etmişler. O da, Timur Han'ın yanına gidip Akşehirlilerin isteklerini iletmiş. Bir ara Timur ansızın sinirlenip;

Bre Hoca, sen kim oluyorsun da benim gibi dünyayı pençesine almış bir cihangire bunları söylüyorsun! diye bağırmağa başlamış.

Hoca hiç aldırış etmeden sakin sakin:

Ne olacak canım” demiş. Sen bu dünyada çok büyük, cihangir bir hakansan, bende; içinde hakanların bile yaşadığı küçük bir kasaba olan Akşehir'in imamıyım.

 

Vurgu : Dünya makamları sonsuzluk yolculuğundaki insanoğlu için sadece bir imtihan sahasıdır. O meslekte o şartlarda neler yapabiliyoruz.

Değerli şairimiz Cengiz Numanoğlu'nun "Rütbe var, yazılır mezar taşına. Zaman sellerinde aşınır gider. Rütbe var yazılır cennet arşına, sonsuzdan sonsuza taşınır gider" mısraları hayatımızın amacını ne güzel ifade ediyor!

Siz hangi rütbeye sahip olmak istersiniz?

 

102 - Çok şükür ...

Nasreddin Hoca iri mi iri, sapsarı, mis kokulu ayvaları bir sepete güzelce doldurmuş, götürüyormuş.

Yolda bir Akşehirli selâm vermiş ve;

Böyle nereye gidiyorsun, Hoca efendi? diye sormuş.

Timur Han'a armağan götürüyorum, demiş Hoca.

İncir götürsen daha iyi edersin, demiş adam. “Baksana incirler ne kadar olgun ve güzeller, ayvalar belki sert olabilir.

Hoca ayvaları bahçesine boşaltıp, itina ile incirleri toplayıp sepete yerleştirmiş. Timur Han'ın yanına varıp hediyesini sunmuş.

Meğer Timur Han incirden hiç hoşlanmazmış. Hoca'nın incirleri kasden getirdiğini düşünerek, adamlarına buyruk vermiş.

İncirleri teker teker şu adamın kafasına atın.

İncir yağmuruna tutulan Hoca, kafasına her incir vurduğunda:

Oooh, çok şükür dermiş.

Timur:

Bre Hoca demiş. Nedir bu? Kafana vuruldukça şükrediyorsun?

Hoca yine :

Çok şükür çok şükür demiş. Ya dostumun sözünü dinlemeyip de ayvaları getirseydim! ...

 

Vurgu : Anadolu Selçuklu ve Osmanlı kültüründe; An beni bir kozla (cevizle), o da çürük çıksın diye bir atasözümüz vardır. Çürük bir cevize bile büyük değer veririz. Hediyeleşmek dinimizin bir tavsiyesidir. Bize verilen hediyelere daima hoşgörüyle yaklaşalım.

 

103 - El elin eşeğini...

Bir gün subaşının eşeği kaybolmuş. Kasabalılar da hayvanı aramaya başlamışlar. Nasreddin Hoca'ya

Sen de bağlara bakıver demişler.

Hoca hem arar hem de keyifli keyifli türkü söylermiş. Görenler:

Keyfin yerinde Hoca. Bağların arasında ne arıyorsun demişler.

Subaşının eşeği kaybolmuş ta onu arıyorum demiş.

Birisi sormuş:

Neşeli neşeli türkü söyleyerek eşek aranır mı?

Eee, demiş Hoca. El elin eşeğini türkü söyleyerek arar.

 

Vurgu : Ateş düştüğü yeri yakar” demiş atalarımız. Subaşının eşeğini kurt yerse başkaları ne kaybeder ki? Ancak Hoca'mız komşuluk vazifesini yaparak eşeği aramakta kusur etmiyor. Unutmayalım, komşunun komşuda daima birtakım hakları vardır.

 

104 - Sarığım çocuklarla oyun oynuyor

Nasreddin Hoca eşeğini koştururken sarığını yere düşürmüş. Mahallenin çocukları yerden sarığı kapmışlar... Top gibi birbirlerine atarak oynuyor, döndürüp duruyorlarmış.

Hoca, çocukların ellerinden sarığını kolay kolay alamayacağını anlayınca, bırakıp evine gitmiş.

Karısı sormuş:

Efendi, sarığın nerede?

Çocukluğu aklına geldi de... demiş Hoca. “Çocuklarla oyun oynuyor.

 

Vurgu : Sarık cansız bir şey. Elbette çocuklarla beraber isteyerek oynayamaz. Nasreddin Hoca'mız sarığını çocukların elinden alabilmek için uğraşsa; çocuklarla beraber “top kapmaca” oynuyor görüntüsünde olacaktı. Azarlayarak ellerinden alsa; Çocukları incitecekti. Hoca sarığını çocuklara bırakarak, bir sarık için onları kırmadan evine döndü.

Başından geçen olayı da kısaca hanımına anlatmış oldu. Bizler de hoşgörülü olalım.

 

105 - Almaya Alışıktır

Nasreddin Hoca, Akşehir'in eşrafı ile beraber piknik yapmak üzere bağlara gitmiş. Büyük ağaçların altında yemeklerini, meyvelerini yemişler.

Akşehir'in zenginliği ve cimriliği ile ünlü Subaşı'sı kalkmış. Bağda dolaşmağa başlamış. Bir yandan ağaçların üzerindeki meyveleri koparıp yiyor, bir yandan da dallara bakıp olgun meyve arayarak yürüyormuş.

Bastığı yerlere pek bakmadığından önündeki bostan kuyusuna düşüvermiş. Kurtarın diye bağırmağa başlamış.

Subaşı’yı bostan kuyusundan çıkarabilmek için kenardaki arkadaşları;

Çabuk ver elini boğulacaksın! diyerek ellerini uzatmışlar. Çırpınmakta olan Subaşı kimsenin elini tutmuyormuş. Hoca koşup gelmiş. Bir eliyle kenardaki sağlam bir yere tutunarak, adama öbür elini uzatmış ve:

Al elimi demiş.

Subaşı hemen Hoca'nın eline sıkı sıkıya tutunmuş ve bostan kuyusundan çıkarılmış. Diğerleri biraz şaşkınca:

Subaşı neden hiçbirimizin elini tutmadı da senin elini tuttu Hocam. demişler.

O vermeye değil, almaya alışıktır, demiş Hoca. Siz ver elini dediniz, bense al elimi dedim!

 

 Vurgu : İnsanlar kendi nefislerini terbiye ederek cimrilik hastalığından kurtulurlar. Çok zengin olmakla cimrilikten kurtulunamaz.

İyi kişileri kendimize örnek alalım.

Gerçi Subaşı, kuyu kenarında telâşa kapılıp, Sağlam bir yere tutunmadan, elini uzatanlardan birinin elini tutsa muhtemelen onların da kuyuya düşmesine sebep olacaktı.

 

106 - Altı parmağım olsa  

Akşehir’in zenginlerinden biri, şehrin eşrafına ziyafet veriyormuş. Herkesin tabağına özenle kızartılmış birer tavuk konmuş. Yemeye başlamışlar.

Nasreddin Hoca tavuğu eliyle tutup iştahlı iştahlı yerken, sofradaki kibar beylerden biri Hoca’ya lâf atmış;

Hocam, neden beş parmakla yiyorsun?

Altı parmağım olmadığı için, demiş Hoca.

 

Vurgu : Hani hepimiz, kızarmış bir tavuğu, çatal bıçakla yemekten pekte hoşlanmayız.

Parmaklarımız yağlansa da elimizle tavuk yememizin tadı başka oluyor, değil mi?

Her zaman, katı kaidelerle kendimizi bağlamaktan sakınalım.

 

107 - Azrail A.S. gelirse;

Nasreddin Hoca’nın hanımı, diğer kadınlara bakarak, onlar gibi sürüp sürüştürmeye, kaşına rastık, yüzüne allık sürmeye başlamış. Hoca aşırıya giden karısını ikaz etmiş. Bakmış Hanımı söz dinlemek istemiyor.

Bir gün Hanımına;

Karıcığım, artık her gün sür sürüştür, güzelce süslen. Yeni elbiselerini giy, yanımda öylece bulun.

Hanımı hiç beklemediği bu söz karşısında;

Aman efendi” demiş, nasıl oldu da böyle fikir değiştirdin!

Sorma Karıcığım” demiş Hoca. “Bu günlerde kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Ne olur ne olmaz, sen yanımda süslü püslü bulun ki, Azrail A.S. Gelirse, benim yerime belki seni beğenir alır giderde, beni bırakır!

 

Vurgu : Nasreddin Hoca, kendisini iyi dinlemeyen hanımını, Azrail A S ile korkutmaktadır.

Bizlere müsaade edilen hususlarda aşırıya kaçmamız hoş görülmemiştir. İfrat ve tefrit kötülenmiştir. Orta yolu bulmamız öğütleniyor.

 

108 -İçinde olmayın da...

Nasreddin Hoca'ya sormuşlar;

Cenazede tabutun önünden mi yürümeli, arkasından mı?

Hoca:

İçinde olmayın da, demiş. Önünden de gitseniz olur, ardından da.

 

Vurgu : Tabutun içindeki, biz de olabilirdik. Hesaba çekilmek üzere götürülen biz değilsek, istediğimiz yerden yürüyebiliriz. Şimdilik hava hoş!...

 

109 - Peşin parayı görünce nasıl da gülersin  

Adamın biri, bir arkadaşına epeyce borçlanmış. İşlerini bir türlü düzeltemediğinden borcunu da ödeyemiyormuş. Alacaklı bir gün kendisini sıkıştırarak parasını istemiş. Borçlu sakin sakin anlatmaya başlamış;

Şu yolun kenarına çalı çırpı diktim... Koyunlar buradan geçerlerken tüyleri çalılara takılacak. Çalıdaki tüyleri toplayacağım. Hanımım da eğirip iplik yapacak, ipliklerle kazak örecek, pazarda satacak. Ben de sana olan borcumu böylece ödeyeceğim! ...

Alacaklı sinirinden acı acı gülmeye başlar. Neredeyse borçluya saldıracak.

Konuşmaları işiten Nasreddin Hoca:

Seni köftehor seni demiş. Peşin parayı görünce nasıl da gülersin.

 

Vurgu : Borç olarak aldığımız paraları ilk fırsatta ödemeliyiz. Ancak bazen öyle çok problemler birbirini kovalayabilir ki, bütün gayretlerimize rağmen, fıkradaki borçlunun umutsuzluğu gibi hallere düşebiliriz. İslâmiyet’te zarurete düşmüş olan bir mümini kurtarmak için bağışlamak tavsiye edilmektedir. Fıkrada Nasreddin Hoca'nın ortalığı yatıştıracak bir üslûp kullandığı açıkça görülmektedir.

 

110 -Arapça değil mi ...

Akşehirli bir adam, Arabistan’da iki yıla yakın kalmış. Haccını da yapmış, döndüğünde komşuları ziyaretine gidip, merak ettikleri şeyleri soruyorlarmış. Adam bilgiçlik taslayıp, öğrendiği kem küm Arapça ile kendisini çok aşan konulara, tercümelere ve tefsirlere girmeye kalkışıyormuş.

Bir gün Nasreddin Hoca'yla cemaatten birkaç kişi adamı ziyarete gitmişler. Adam hızını alamayıp, yanlışmanlış hadisleri söyleyip tercüme ediyormuş. Hoca'nın ses çıkarmadığını gören cemaat, adamın kısa zamanda Arapça’yı öğrendiğini sanmışlar. 

Cemaatten birsi:

Hocam, arkadaşımız ne güzel Arapça öğrenmiş. Gitsek biz de öğrenebilir miyiz, Arapça kolay mıdır? dediklerinde;

Arapça değil mi uydur uydur söyle, demiş Hoca.

 

Vurgu : Kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz! demiş atalarımız. Adam Hoca’nın ses çıkarmaması karşısında, tereciye tere satmağa kalkanın haline düştü. Uzmanı olmadığımız konularda ihtiyatlı olmalıyız.

 

111 - Üzülmekte haksız mıyım ?

Nasreddin Hoca'nın saliha bir kadın olan hanımı ölmüş. Defnetmişler. Hayat devam ediyor, herkes işinde, gücünde. Bir ay sonra Hoca'nın eşeği de ölmüş. Hoca bayağı sıkılmış, mahzun olmuş. Bir gün çok düşünceli olduğunu gören arkadaşları;

Hocam kaç gündür seni üzüntülü görüyoruz, nedendir? demişler.

Eşeğimin öldüğüne üzülüyorum, demiş

Hocam, hanımın öldüğünde bile bu kadar üzülmemiştin!” demişler.

Hanımım öldüğünde daha cenaze akşamından eş-dost hepiniz bana, Hocam üzülme, ondan daha iyisini bulur seni evlendiririz diyordunuz. Eşeğim öleli bir ay oldu. Hiç biriniz çıkıp da, Hocam üzülme sana daha iyi bir eşek alırız demediniz.

 

Vurgu : Dünya hayatı her insanın kendi imtihan sahasıdır. İmtihanı kazanarak ahirete göçtüğünü sandığımız cennet yolcusu, salih-saliha kişiler için pekte üzülmeyiz.

Dünya hayatımızın devamı için kullandığımız araçlardan, o günlerin otomobili olan eşeğin eksikliği Hoca'nın hareketini kısıtlamaktadır.

Fıkrada , herkesin, kesesine dokunmayan konularda daha cömert olduğu da belirtiliyor.

 

 112 - Bağ evimizde kamp yapalım mı?

Yaz günlerinden bir gün, Hoca'yla dostları, Akşehir’in biraz uzağındaki bağlarına gidip birkaç gün oralarda beraberce kalmayı konuşuyorlarmış. Oralarda geçirecekleri güzel günleri düşleyip, bol keseden atıyorlarmış.

Püryan edilecek kuzu benden.

Patlıcan dolması benim üzerime.

Baklava benden.

Börek benim üzerime.

Sıra Hoca'ya gelince, bütün gözler onun üzerine çevrilmiş.

Bu ziyafetin sofra duaları da benim üzerime, demiş Hoca.

 

Vurgu : Sizce Nasreddin Hoca'nın katkısı diğerlerinden az mı? "İkram edene teşekkür, Rabbimize şükür" etmeyi hiç bir işimizde unutmayalım.

 

113 - Çektirdim, kurtuldum

Adamın biri Nasreddin Hoca'ya gelip;

Basim çok ağarıyor Hocam. Bana bir nefes ediver, demiş.

Geçenlerde benim de dişim çok ağırdı. Dişçiye gittim. Çektirdim kurtuldum. Sen de gözcüye git. Çektir, kurtul!

 

Vurgu : Gereksinim duyduğumuz çareleri, mutlaka uzmanından aramalıyız. Hocamız çarenin yanlış yerde arandığında, insanı gözünden bile edebileceğini, çok çarpıcı bir şekilde belirtiyor.

 

114 - Ye kürküm ye !

Nasreddin Hoca'yı bir şölene, ziyafete çağırmışlar. Hoca günlük kıyafeti ile gitmiş. Kendisiyle pek ilgilenen olmamış. Hemen evine gidip, en yeni ve gösterişli elbiselerini, üzerine de kürkünü giymiş. Davet edildiği ziyafet konağına tekrar gelmiş. Daha kendisini kapıda görür görmez, büyük bir hürmet göstermişler. Yukarıya çıkarıp salonda baş köşeye oturtmuşlar. En iyi yemekleri evvelâ ona ikram etmişler.

Hoca her ikram edilen şey önüne konduğunda, kürkünü yakasından özenle tutup, ye kürküm ye diyormuş.

Hocam, bu nasıl iş, hiç kürk yemek yer mi? dediklerinde;

Ne yapalım, davet sahibi bunları kürküme ikram ediyor. Sonradan kürkümle aramda bir sorun çıkmasın diye ben de kürkümü uyarıyorum,” demiş.

 

 Vurgu : Görünüşe aldanmamalı diye bir atasözümüz var. Ancak insanoğlu toplumsal bir varlık. Gidilecek yere uygun elbiseler giymekte gerekmektedir.

İlk intibâ görünüşle belirirse de, esas olan ambalâjın içindeki şeyin değeridir. Taş parçasına mükemmel bir ambalâj yapmak, taşın değerini arttıramayacağı gibi, altın veya pırlantaya basit bir ambalâj yapmak ta onun değerini düşüremez. Eskiler, zarfa değil, mazrûfa bak derlerdi.

 

115 - Komşular 

Hoca'ya ; Yüz yaşındaki adamın, yirmi yaşındaki hanımından çocuğu olur mu? diye sormuşlar.

Yirmi beş - otuz yaşlarında komşuları varsa olur, demiş.

 

Vurgu :  Dere yatağına ev yapma, sel alır. Dağın tepesine harman yapma yel alır. İhtiyarlayınca çok genç birini alma, el alır.> diye bir atasözümüz var. Fıtrata uygun hareket edilmelidir.

 

116 - Giysilerin ne yandaysa...

Birisi Akşehir Gölü'ne girip boy abdesti alacakmış. Nasreddin Hoca'ya sormuş;

Abdest alırken ne yana döneyim? Kıbleye mi?

Elbiselerin ne yandaysa o yana dön,” demiş Hoca. Yoksa hepsini çaldırır, çırılçıplak kalırsın!

 

Vurgu : Kişinin işlerini önem sırasına göre yapması gerekir. Farz dururken, müstehaplarla, küçük ayrıntılarla, uğraşmanın yanlış olduğu gibi.

Tedbirde kusur etmek daima zararlara sebep olabilir.

 

117 - Allah'ın rahmeti

Hoca bir gün şakır şakır yağan yağmurdan korunmak için cübbesinin eteklerini toplamış, koşa koşa evine gidiyormuş.

Komşusu pencereden;

Ne diye koşuyorsun Hocam, Allah'ın rahmetinden kaçılır mı? diye seslenmiş.

Kaçmıyorum demiş Hoca. "Allah'ın rahmetini çiğnememek için koşuyorum!

 

Vurgu : Komşusu Rahmet kelimesini dar anlamda kullanmış. Yağmur altında ıslanmakta olan Nasreddin Hoca bir an evvel evine girmek zorunda olduğundan sözü kısa kesmiş. Rahmet Rahmân sıfatı ile Rabbil âlemin'in bizlere verdiği nimetlerin tümünü ifade eder. Nimetleri ancak gereği kadar kullanırsak, tüketirsek bize yararlı olur.

 

118 - Timurlenk gibi dayı...

Akşehirlinin biri iyice yaşlanan, iş göremez hâle gelen eşeğini dağa götürüp serbest bırakmış. Kendine yeni bir eşek almış.

Birkaç gün sonra Timur Han avlanmağa gitmiş. Orada dağa bırakılmış olan eşeği görmüş. Aklına bir hinlik gelmiş;

Bana bu eşeğin sahibini bulup getirin. Eşeği de yanınıza alın, otağıma götürün, demiş.

Eşeğin sahibini bulup Timur Han'ın huzuruna getirmişler. Timur Han buyruk vermiş;

Her gün buraya geleceksin. Eşeğin yemini, arpasını getireceksin. Tımarını yapacaksın. Çarşının içinden beraberce geçip, oradaki çeşmeden suyunu içireceksin. Hayvan yürümekte zorlanırsa yardım edeceksin, sırtına alacaksın. Yoksa kellen gider”.

Adam buyruğu yerine getirirken, Akşehir'in maskarası haline gelmiş. Bazen eşeği sırtına almak zorunda kalıyor, kan ter içinde uğraşıyormuş.

Çarşıdan birisi;   eşeğe  bak, suya yayan bile gitmiyor. Bense yıllardır bir eşek alamadım. diye seslenmiş.

Olayı gören Nasreddin Hoca dayanamamış;

O herhangi bir eşek değil. Timur Han gibi dayısı var! Canı istediğinde istediği adama da biner, demiş.

 

Vurgu : Bülbülün çektiği dili belâsı diye bir söz var. Lâf atan adamın sözü Timur Han'ın kulağına gitse, o ehli keyif eşek belki kendisine de binecek. Lüzumsuz gevezelik edenleri uyaracak bir Nasreddin Hoca her zaman bulunamayabilir.

 

119 – Hırsızin önünü kesecegim ...

Nasreddin Hoca'nın evine hırsız girmiş. Bir şeyler çalmış, evden çıkmış kaçarken birisi fark edip içeriye seslenmiş;

Evinize giren hırsız şu tarafa doğru kaçıyor. Koşun yakalayalım.

Hoca pabuçlarını giymiş, dışarıya çıkmış, hızla mezarlığa doğru koşmağa başlamış. Arkasından seslenmişler:

Hocam yanlış tarafa koşuyorsun. Hırsız o tarafa değil, şu tarafa doğru kaçıyor!

O tarafa doğru peşinden kovalasam belki yetişemem. Mezarlığa gidip önünü keseceğim. Onu orada mutlaka yakalarım, demiş.

 

Vurgu : Bu Dünya'daki insanların hiçbir şekilde kaçıp kurtulamayacakları kesin.

 

120 - Zındığın kırk sorusu

Gereksiz sorular sorup, gereksiz tartışmalar çıkaran bir zındık Akşehir'e gelmiş.

Bu Şehrin en büyük âlimi ile görüşmek istiyorum demiş.

Nasreddin Hoca'nın yanına götürmüşler.

Efendi, size kırk soru soracağım. Bunların hepsine birden tek cevap vereceksiniz, demiş Adam.

Hoca aldırışsızca:

Sor bakalım, demiş.

Adam kırk soruyu birbiri ardınca sıralamış. O'nu can kulağıyla dinleyen Hoca, soruların sonu gelince cevabını vermiş:

 Bilmem.

 

Vurgu : Nasreddin Hoca'mız kırk soruya tek kelime ile cevap isteyen adama bilmem kelimesi ile mantıklı ve kesin bir cevap veriyor. Çok gereksiz konuşmaların önünü, bazen bilmem deyip almak gerekir. Her art niyetli, abuk sabuk soruya mutlaka cevap vermek zorunda değiliz ki ?

 

121 - Hanımından korkmayanlar ayağa kalksın...

Nasreddin Hoca vaazında annelerin evlâtları ve kadınların kocaları üzerindeki haklarından bahsedeceğini söylemiş.

Ey cemaat, içinizde karısından korkmayanlar ayağa kalksın demiş. Herkes ayağa kalkmış. Hoca şaşkın şaşkın bakınırken, cemaatten biri:

Hoca efendi, yalnız sen ayağa kalkmadın. Demek, karısından korkan tek kişi sensin! demiş.

Çok haklısın", demiş Hoca. "Allah, saliha kadınların kocalarına öyle mesuliyetler yüklemiş ki!, o sorumluluklarım aklıma gelince yerimden kımıldayamıyorum."

 

Vurgu : Ebedi hayatın imtihanı için bu Dünyadayız. Kadın, erkek her insan, hayatının her safhası için imtihan sorularına cevap verecek. "Cennet anelerinizin ayakları altındadır" diye uyarılmaktayız. Saliha bir kadın nasıl ki kocasının kendi üzerindeki haklarına son derece dikkat ediyorsa, her erkek de saliha karısının haklarına öylece dikkat etmelidir. Bu, erkeklerin cennet imtihanını kazanması için yüksek puanlı bir sınav sorusudur. Kalkanlar bu zor soruya doğru cevap verdiklerinden nasıl o kadar emin olabildiler, dersiniz?

 

122 - İyi görmek için

Nasreddin Hoca bir gece telâşla karısını uyandırmış:

Aman hanım, çabucak şu gözlüklerimi ver de uykum açılmadan gözüme takıp uyuyayım.

A Efendi demiş karısı. Uykuda gözlükleri ne yapacaksın?

Güzel güzel rüyalar görüyordum. Kimi yerlerini seçemedim. Rüyama geri dönebilirsem, gözlüklerimle bir güzel seyredeceğim.

 

Vurgu : Rüya olayı insan oğlunun çözmeye çok çalıştığı bir konudur. En kısa zaman diliminde bazen yıllar öncesine, bazen çok uzaklara gidilebilmektedir. Uyanana kadar rüyalarımız sanki hakiki yaşamdan farksız olabilmektedirler. Rüyaların görülebilmesi için paraya da, araç gereçlere de ihtiyacımız yoktur. Gözlük sadece işin esprisi.

 

123 -Fincancı katırları

Nasreddin Hoca kabir hayatını uzun uzun anlatmağa çalışmış. Mevta kabre konulduğunda, sorgu melekleri gelirler; -Rabbin kim? -Dinin nedir? -Peygamberin kimdir? -Kitabın nedir? Ömrünü nerede ve nasıl harcadın?...diye sual ederler. Burada ameli iyi olmayanlar bu sorulara bilse de cevap veremezler. O zaman kıyamete kadar, hesap

gününe kadar kendilerine kabirlerinde de azap edilir. Kabirler bizler için ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur, diye anlatıyormuş.

Cemaatten gözü pek, aklı az biri kendi kendine bir karar vermiş. Gidip kazılmış bir kabrin içine akşamleyin girip yatayım. Ölü gibi dururum. Bakalım sual melekleri gelipte bunları soracak mı?

Yol kenarına yakın, kazılmış bir mezara girip yatmış. Ancak gece sabaha doğru bir gürültü, zil sesleri vs duyunca korkup ayağa kalkmış. Pazara erkenden yetişmek için yola koyulan fincancıların katırları ürkmüş ve koşuşmaya başlamışlar. Taşıdıkları fincanlar, tabaklar, vazolar da tuzla buz olmuş.

Katırcılar adamı yakalamış;

Kimsin, ne işin var burada? !

Adam şaşkın şaşkın kekeleyerek;

Gece burada mezarda yattım. Münkir ve Nekir melekleri mezarda ne soracak ve ne yapacaklar diye merak ettim de... demiş adam.

Katırcılar adamı bir güzel döverken;

İşte bunu sorup böyle de döveceklerdi! demiş ve bayıltana kadar da dövüp bırakıp gitmişler.

Evine dönerken, yolda o halde kendisini gören Nasreddin Hoca merakla adama sormuş;

Be adam! bu halin ne?

Sorma Hocam,” demiş adam. Kabirde Münkir-Nekir neler soruyor ve sonra ne yapıyorlar diye merak ettim de bu gece mezarlıkta yatmıştım

Peki neler duydun, neler gördün, Münkir - Nekir seni sorguladı mı? Sonra ne yaptılar? demiş Hoca.

Fincancı katırlarını ürkütmeseydim, hiç bir şey yoktu demiş adam.

 

Vurgu - Anlatılanları, derslerimizi iyi dinleyip öğrenmez sek, fincancı katırlarını ürkütenin hâli bazen bizim de başımıza gelebilir.

 

124 - Ya kokusunu ne yapacaksın

Hoca'nın yanında seslice yellenen biri, kabahatini örtbas edebilmek için ayağını tahtaya sürtmeye başlamış. Hoca gülümsemiş;

Haydi sesini uydurdun diyelim. Ya kokusunu ne yapacaksın?

 

Vurgu : Edepli olmaya özen göstermek kişinin saygınlığını arttırır.

 

125 - Ramazanın 49'u

Kameri takvime göre ramazan hilâli görününce oruca başlanır. Şevval ayı hilâli görününce bayram yapılır.

Eskiden ayın ne zaman nerede görünebileceği daha evvelinden, günümüzdeki gibi astronomik hesaplarla tam olarak bilinemezdi. Oruca başlamak için ve bayram yapmak için güvenilir kişiler ramazan ayı hilâlini gözetlerlerdi. Bulutlu havalarda bu gözlemleri yapmak bazen imkânsızlaşırdı. Şevval hilâlini gözetlemek mümkün olmadığında bayram yapmak için ramazan ayı 30 gün kabul edilirdi.

Nasreddin Hoca, gerektiğinde günleri şaşırmamak için çömleğe her gün bir taş atarmış. Cemaatten muzip biri, bunu fark ederek gizlice çömleğe taş doldurmuş. Havanın bulutlu olduğu bir günde Hoca'ya;    Hocam bu gün ramazanın kaçı oldu? diye sormuş.

Hoca gidip çömlekteki taşları saymış. 149 çıkmış. Muzipliği fark edip geriye dönmüş:

Bugün ramazanın 49'u, demiş.

Muzip adam:

Aman Hocam, hiç ramazanın 49'u olur mu? dediğinde;

Sen 49'una şükret, çömlek hesabına bakılırsa, bugün ramazanın 149'u ! demiş.

 

Vurgu : Oruc ve Bayram, baslangic tarihleri saglam kaynaklardan ögrenilirse daha salikli olur. 

 

126 -  Sahibi ölmüş eşek

Akşehir’in en iyi avcılarından biri, silâhını kuşanmış, ava gitmiş. Her ava gidişinde birkaç tane kurt da vurmaktaymış. Akşam geç vakit olup ta avcının dönmediğini öğrenen oğlu, komşularıyla beraber onu aramağa gitmiş. Ormanda bir ara eşeğinin anırması duyulmuş. O tarafa doğru koşuşmuşlar. Biraz ileride Avcının soğuk vücuduyla karşılaşmışlar. Baktıklarında birkaç saat evvel eceli ile öldüğünü anlamışlar. Tüfeği de yanında hazır duruyormuş. Eşeğin sesinin geldiği tarafa doğru bakmışlar ki kurt sürüsü eşeği boğmuş yiyorlar.

Hoca yapacak bir şey olmadığını görünce, eşeği hızla yemekte olan kurtlara doğru seslenmiş;

Yeyin bakalım yeyin. Buldunuz sahibi ölmüş eşeği!

 

Vurgu : Avcı ölmeseydi, kurt sürüsü değil eşeği yemek, yanına bile yaklaşamazdı. Avcı en azından birkaçını vurup öldürebilirdi.

Yani sahipsiz hic birsey olmaz, olursada ya kurt yer ya kus yer.


<geri - 1 - - 2 - - 3 - ileri>

 
 

Ana Sayfa

Ziyaretci Defteri iletisim ^Yukari Cik